Açlık Oyunları
''Gerçek düşmanının kim olduğunu unutma!''
Açlık oyunları filmi başka bir pazar sadece sıradan bir film olarak izlenebilirdi. Ama bu pazar günü öyle değildi.
Filmde, bir tarafta, başkentte eğlence ve bolluk içinde süslü yaşantılarını sürdüren *reality showlarla* ölmeyi, öldürmeyi bile bir oyun, bir eğlence olarak görebilen insanlar ve bu insanları, korku, propaganda, beyin yıkama yoluyla hayatı manipüle eden, diğerlerini de kendi yaşamlarının refahı için köleleştirmekle kalmayan, aynı zamanda bu köleleştirme durumunu, diğer insanlar için *eğlence* haline getirmiş totaliter merkezi tek bir iktidar var. Başkenttekiler için öyle bir eğlence ki bu, ölenler için arkalarından duyulan üzüntünün şiddeti, ölenin sahip olduğu popülerlik kadar sadece. Ölenin fotoğrafının bir reklam panosunda gösterilmesiyle sona erecek kadar da kısa!
Bir yerlerden tanıdık geliyor mu bu ?
Diğer tarafta, buna karşı çıkan, iktidarı devirmek için tüm köleleşmiş mıntıkaları, *direniş hikayesi* filmleri çekerek, yine bir algı yönlendirmesiyle birleştirmeye çalışan, dayanışma ve hayatta kalma mücadelesi veren isyancılar. Amaçları başkentteki sarayı devirerek, ''Özgür Panem''i yeniden kurmak. Direniş hikayesinin ana kahramanı da, direnişi yöneten komutanların çoğunun da kadın olması gözden kaçırılamayacak kadar önemli.
Film buraya kadar bir kahramanlık öyküsü, isyancıların direniş hikayesi gibi okunabilir. Ama başkenti ele geçirerek ''Özgür Panem''i kurmak isteyen direnişçilerin, iktidarın kullandığı oyunlara benzer bir oyunla, başkentteki -kendinden olmayan- sivil halkı ve çocukları acımasızca öldürmeyi tek yol olarak seçmiş olması ise filmin en can alıcı noktası. Çünkü zafer ancak bundan sonra geliyor. ''Özgür Panem'' kuruluyor. Bir iktidarın yok edilişiyle, benzer yöntemleri kullanarak zafer elde etmiş başka bir iktidar ortaya çıkıyor. O halde o da yok edilmeli. Ve isyancıların başkanı, bu yüzden yine isyancıların kahramanı tarafından öldürülüyor. Kahramanın duruşu hiç bozulmuyor.
Bu bir film yorumu değildir. Berbat geçen günlerimize bir tanesinin daha eklendiği bir cumartesi gününün ardından seyredilen bir filmin okumasıdır. Algılarımızla oynanan, bu algı oyunlarından bir türlü kendimizi çekip çıkaramadığımız; bir ev sahibi olursak, borçlanırsak bize ne kadar huzurlu ve mutlu (ne demekse) olacağımızı söyleyen reklamlara her gün bir yenisinin eklendiği, tüketim çılgınlığının ve satın almanın tavan yaptığı ama tüm bunların bizi mutlu edeceği söylendiği halde, hala neden mutlu olamadığımızı bir türlü anlayamadığımız, bu yüzden günden güne köleleştiğimiz, her gün yeni bir ölüme uyandığımız, sonra buna alıştığımız, ''iyi değilim, iyi olmayacağım'' dediğimiz halde bunu bile çabuk unuttuğumuz, ölümü bile tükettiğimiz, hissizleştirildiğimiz korkunç bir zamandan geçerken bu filmi başka türlü okumam mümkün olamazdı. Peki biz duruşumuzu bozmadan, şiddeti reddederek, iktidarın ve sistemin üzerimizdeki oyunlarına alet olmadan ve tüm bu oyunları karşı şekilde kullanmadan nasıl bir çıkış yolu bulacağız?
Rousseau, İnsanlar arası Eşitsizliğin Kaynağı'nda bireyin sosyal hayata geçişiyle birlikte erdem ve değerlerini kaybettiğini, yavaş yavaş yozlaştığını ve yok olduğunu varsayıyordu. Rousseau'ya göre insanlık doğal durumdan, uygar duruma geçişle birlikte hem özgürlüklerinden ödün vermiş, hem de kendi aralarındaki farklılıklara önem verip bu doğrultuda kurumlar inşa ederken, aynı zamanda akla olan körü körüne bağlılıklarıyla da merhamet, kendini sevme gibi duygularını da bastırmışlar diyordu. Aydınlanmanın her şeyden önce vurguladığı akıl, olumsuz sonuçları da beraberinde getirir. Önemli olan bireyin akıllı olmasından ziyade duyarlı olmasıdır. Peki biz bu duyarlılığı nasıl yeniden inşa edeceğiz?
Bifo Berardi ''No Future'' kitabında, gezegenin her santimetresi sömürgeleştiğinde zamansal boyutun sömürgeleşmesinin başladığından, bunun da zihnin, algının ve hayatın sömürgeleşmesi anlamına geldiğinden, böylece geleceği olmayan yüzyılın başladığından bahseder. Enformasyon uyaranlarının sonsuz hızına maruz kalan zihin, ya panikle ya da duyarsızla tepki verir. Duyumsamasını, ötekini anlamadaki empati yeteneklerini ve ikili sistemlerde kodlanmış olanlar dışındaki işaretleri çözümleme yetisini yitirmiş olan bir insan gelişimine şahitlik ettiğimizi söyler. Empati yeteneklerini kaybetmiş, duyarsız insanlardan daha korkunç ne olabilir? Değişimi günlük hayatta değil, toplumsal bilinç düzeyinde gerçekleştirmek için ne yapmamız gerekiyor?
Tahir Elçi dün Diyarbakır'da öldürüldü. Ölenler için arkalarından duyulan üzüntünün şiddeti, ölenin sahip olduğu popülerlik kadar sadece. Ölenin fotoğrafının bir reklam panosunda gösterilmesiyle sona erecek kadar da kısa...